23 Ekim 2010 Cumartesi

Kabzadaki Özgürlük

Silinip gider yarınlar, geçmişi yazmak için uğraşırken... 
Farkında olmaz basarsın önündeki temizlenmemiş mayına... 
Beyaz ceketine kırmızımsı acı kokteyli sıçrarken... 
Bilemezsin artık yaptıkların kimin hayrına... 
Unutmak istersin beklentilerini oysa daha erken... 
Çünkü son beyazlık sıkışmıştır derinin altına... 
Mermiler ruhunu parçaladıklarını sanırken... 
Sen çoktan özgürlüğü işlemişsindir silahın kabzasına... 


Burak Uzun

22 Ekim 2010 Cuma

Yürek Terbiyecisi

“Sus! Lütfen konuşmadan beni dinle.” dedi Yahya işaret parmağını Elif’in dudaklarınına nazikçe değdirerek. Annesinden gizli iş çeviren bir çocuğun masumiyetiyle odaya göz attı. Ardından tekrar gözlerini hayatının ışığına çevirdi. Ona baktığı zaman bambaşka parlıyordu gözleri. İlk olarak üniversitede edebiyat hocası fark etmişti gözlerindeki ışığı. Hocasının çok ısrar etmesine rağmen açılma cesaretini bir türlü gösterememişti. “Yapma oğlum kendine eziyet. Git konuş!” dediğinde şu an mutluluktan parlayan gözleri korkuyla utangaçlığı harmanlayarak dikilmişti hocasına. “Ya ben konuştuktan sonra beni bir daha gördüğünde yüzünü çevirirse. Hele hele bana duymak istemeyeceğim bir şey söylerse… Ben… Ben yaşayamam hocam!..” diyerek ayrılmıştı yanından. Şimdi yıllardır beklediği cesareti arsız bir misafir gibi yumrukluyordu yüreğini. Artık susmamalıydı.
“Ben seni sevmiyorum Elif, ben senden hoşlanmıyorum da.” Elif hiç istifini bozmadan dinliyordu biçare aşığın sözlerini. “Çünkü ben sana aşığım.” Kadın yine hiç tepki vermemişti. Yahya bu kayıtsızlığın verdiği hayal kırıklığıyla konuşmasını sürdürdü. “Yıllarca deklanşöre her bastığımda fotoğrafta senin olmanı istedim. Hiç olmadın. Bir sürü ödül aldım, “en yürekli gazeteci, daha da yürekli gazeteci, yok artık bu kadar da yürekli olamaz gazeteci” ödülleri aldım. Her seferinde kürsüye çıktığımda “her şeyimi ona borçluyum” demek istedim. Sen alacağını almak için bile yoktun. Rüyalarımda adına şarkılar bestelerken belki de sen hep horluyordun. Kaç gece kedilerle muhabbet kurarken aralarında seni gören var mı diye. Köpek besliyormuşsun hiç biri yanına gelemedi o yüzden.” Adamın gözlerine toz kaçmış olmalı. Bilirsiniz genellikle o toz zerrecikleri hiç beklemediğiniz anda sanki durumun gidişatını takip ediyorlarmış gibi hazır olda beklerler, tam vaktinde gözünüze hücum etmek için. İki damla yaş gözlerden yanaklara doğru yarışa geçmişti ki Yahya bir çırpıda elinin tersiyle siliverdi onları.
“Ben hep aklımın bir köşesinde saray kurmuş senli hayalleri beklerken sen hangi düşlerde benim kabusuma hazırlık yapıyordun?” Adam yeniden işaret parmağını güzel kadının dudaklarına getirdi. “Sus! Cevap verme lütfen. Biliyorum her şeyi zaten. Ben sana dair, seni beklemeye dair, seni özlemeye dair ne kadar eziyet varsa salaklama atlarken içlerine, sen evlenmişsin bide. İki de çocuğun olmuş. Bir kız, bir oğlan. Gördüm ikisini de, kız tıpkı sen. Senin gibi gülüyor, senin gibi yürüyor. Hatta hergelenin biri laf atacak oldu da tıpkı senin gibi bir tokat geçiriverdi. Helal olsun. Oğlan desen babası olacak fırsattan istifadeci, sünepe, borazan sesli dallamaya hiç benzemiyor. Benim oğlum olsa bu kadar sevemezdim.”
Oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp ilerideki masanın üzerindeki çantanın içine soktu elini. “Hep ömrüm boyunca seninle yan yana bir fotoğrafım olsun istemiştim. İzin verirsen bir poz alabilir miyim hem kaliteli hem de ucuz olanından?” Elif sus payından etkilenmiş olacak ki hiç ses çıkarmadı. Yahya ise Elif’in başını evet manasında salladığı hissine kapıldı. Heyecanla fotoğraf makinesini elini soktuğu çantadan çıkardı. Doğrudan Elif’in yanına gidip başını omzuna yaslayarak bir elinde tuttuğu makinenin deklanşörüne bastı. Flash patladı ama yanındaki güzel kadın kadar gözünü alamamıştı. Bu sefer tutumadı kendini. Toz birlikleri az önce bertaraf edilmenin acısını çıkarmak için büyük bir orduyla saldırmış olsa gerek.
Yahya olduğu yerden doğruldu. Sendeleyerek arkasındaki duvara sırtını yasladı. Gözlerini sağanak yağışlı bir hava bürümüştü. Dudakları ise içinde bulunduğu sisli ortamda diyecek bir şey bulamıyordu. Kapıya doğru yöneldi. Tam kapının kolunu indirmişti ki aralamadan başını bir kez daha Elif’e çevirdi. Elif’ten bir tepki bekliyordu ama aradığı tepkiler saf dışı bırakılmıştı sahibi tarafından. “Keşke gerçekten yürekli olabilseydim Elif. O zaman sana Elifim diye seslenebilirdim.” Kapıyı açtığında karşısında sevdiği kadının oğlunu, dallama ama ondan daha cesur eşini ve morg görevlisini gördü. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Artık cenaze işlerine başlayabilirsiniz.”
Yavaş yavaş, sendeleye sendeleye duvarın kenarındaki bastonuna doğru ilerlerken sevdiği kadının kızı bastonu alıp ona uzattı. Yüzünde sezonun ilk golünü atmış futbolcunun sevinci ve bir sezon boyu yedek kulübesinde beklemiş futbolcunun hüznü beraber tango yapıyordu. “En azından senin varlığın anneninkinin aksine hayatı kolaylaştırıyor yavrum” dediğinde kız afallamış kalmıştı.
Hayatını hep cesaretini toplama cabası içinde geçirmiş bir adamın böyle yokuş aşağı yuvarlanışını görseydi Osman Hamdi Bey, Yürek Terbiyecisi diye bir tablo çizebilirdi belki de. Başkaları yüreğini baharatlarla da olsa terbiye edebilsin diye… Kader, ne diyelim başka…

Bahtı kara

Salya sümük kahkahalar sardı etrafımı... 

Gereksiz mutluluk provaları neyime... 

Hani Sarkis Efendi çalardı ya manalıca kemanı... 

"Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime..." 

İşte öyle bir karanlık çökmüş avuçlarıma... 

Sımsıkı tutmuşum sarmasın bedeni diye daha da... 

Ne dersin Dante vermeli miyim canı?.. 

Varlığım zaten yokluğuma sevdalı...


Burak Uzun

Kayıp Sevgili

Sherlock'a haber salın bulsun onu bana... 
Gizli, kayıp, meçhul her hangi bir sıfata bürünmüş olabilir... 
Sığmaz pek herhangi bir yüreğin kabına... 
Bulamayayım diye kalbime bile saklanabilir... 
Karamsarlıktan nem kapar ama arabesksiz yapamaz... 
Üç öğün yemek, beş öğün sevgi almadan yaşayamaz...
Kokusu hala gözümde, kalbi ise kulaklarımda... 
Hala küt küt atıyor nefesi, fazla uzaklaşmış olamaz...
Diyebilir ben yokum aşkta daha diye... 
Bir tebessüm etsem bayılır düşer sedyeye... 
Bilmez ki bu kaçışın sonu varır nereye... 
Son durak ben değilsem hiç bir yere varamaz...


Burak Uzun

Havadan Sudan Aşk

Oyun oynarken düşmek gibi bir şey...
Bu kez her yanım kanıyor...
Kanıyor aklım her yalana artık sana dair...
Güzel bir yemekten arda kalan artık gibi hissediyorum kendimi...
Ard arda mutlu günler geçirirken kopmasaydı film...
Geçirmezdi belki yüreğime acıları peşi sıra...

Dilimde bir acılık var susuyorum...
Sana susuyor gönlüm kana kana...
Bir kere işlemiş aşkın kanıma...
Susuyorum ve ayrılık bir telaşla koşuyor bana...
Sana koşmak varken şimdi kalakaldım yalnızlığın ortasında...
Havadan sudan şiirler yazıyorum veda tadında...
Ve daha ne kabahatler işliyor kalemim bir bilsen...
Olur olmaz yayılıyor kağıda mürekkebi...
Yayılıyorum ben de olduğum yere...
Yağmur yağmaya başlıyor sadece yüzüme...
Ayrılığın yüzü yok, benimkini de saklıyor...

Saklanıyor anlayacağın bizden mutluluk...
Bir daha oynamaya cesaretim de yok...
Yaralarımı saracak sen de kayıp...
Kaybolmalıyım ben de artık...
Ararsan en yakın aşk çöplüğündeyim...
Ki araman bile mucize ya gerçi...
Gerçekler cidden acıymış...
Aşk değil mutluluğun kendisi yalanmış... 


Burak Uzun